NEREDEYSE ŞİİRSEL BİR ADAM

 “Kardeş! Şunu uzatır mısın öne. Bir kişi.” Daldığı rüyalar aleminden onu çıkaran cılız, yaşlı bir kadın sesiydi. Mahmur gözlerini kırpıştırarak usulca aldı kadının buruşmuş, yaşlılık lekeleriyle dolu elinden bozukluları ve saymadan önündeki koca, heybetli bir dağ gibi oturan adamın taştan sert omzunu iki kez dürttü.

Adam, arkasını döndü. İlginç bir dönüştü bu. Neredeyse şairane…

Uzun ve karışık sakallarının bile saklayamadığı gıdısına gitti önce kıllı, büyük elleri. Boğum boğum parmaklarının ucundaki kirli tırnakları ucuz bir seremoni eşliğinde kaşıdı gıdıyı.

Neredeyse sesini duyuyordu:

Gırç! Gırç! Gırç!

Adam sonra kafasını iki yana salladı. Neredeyse şiirsel bir salınıştı bu. Kafa iki yana giderken belli belirsiz sallanan çatlak dudaklar ve kıllı dudaklar dizelerin süsüydü. Adamın burnundan aşağı uzanan, İskandinav diyarlarından esen soğuk havaları üzerinde taşıyan donuk sarkıta takıldı gözleri.

Ah, ah, ne kadar şairane!

Hayranlığı arttıkça artıyordu. Adamın yüzü irili ufaklı, beyaz cübbeli bir yığın sivilce ile doluydu. Başları kırmızı bu küçük yaratıklar bu yağlı ve gözenekli suratı istila etmişti. O anda, henüz tahta sıralarda otururken kulağına gelen bir ses yankılandı yine beyninde.

“İlk uygarlıklar daima nemli ve sulak alanları kendilerine yaşama alanı olarak seçmişlerdir. Çünkü bu onlara hayatta kalma şansı aşılar…”

Demek ki, diye düşündü, canlı kalmak isteyen her varlık aynı yollardan geçip aynı yerleri seçiyor. Bir köpek, belki bir kedi…

İnsan zekâsı ile pek farkı yok demek, bakterilerin.

Ah, ah ne şairane! Ne şiirsel bir suratı var şu adamın! Tarihteki hiçbir filozof insanoğlunun zekasını şu adamın suratı kadar küçümseyemedi şimdiye kadar.

Peki ya çapaklı gözleri? Birbirine yapışmış kirpikleri ve şekilsiz kaşları?

Ne şiirsel kaşları vardı, adamın! Ama cidden… Ne şiirler yazılırdı bu isyankâr, durdurulamaz kaşlara? Alnından şakaklarına yayılan, saç diplerine kadar uzanan, dediğim dedik, dik burunlu kaşlar!

Adamın üzerinde bir işçi tulumu var. Lacivert, paçaları sarı fosforlu. Dizlerinin arasına bir kasket sıkıştırmış. Belki bir belediye işçisi o. Peki bir belediye işçisi en fazla ne kadar isyankâr olabilirdi ki?

Ah, işte bu!

Adamın gözlerini örten kaşları havalanıyordu. Sonunda görebilecekti gözlerini. Evet, görüyordu. Neredeyse…

Morali bozuldu. Tüm havası kaçtı o gözleri görünce. Tüm şiirselliği kayboldu adamın. Şimdi sıradan biriydi. Daha fazla dayanamadı buna.

“Kaptan, ışıklarda.”

Yolun gerisinde yürüyecekti. O arabada, o adamla yol almaya daha fazla dayanamazdı. Yağmurun altında ıslanmamak için şapkasını başına geçirirken adamın tek kusuru olan gözlerini düşünmemeye çalıştı.

Oysaki, adamın gözleri en derin okyanuslar kadar mavi, en canlı ormanlar kadar yeşil, en verimli topraklar kadar kahve, en korkunç geceler kadar karaydı…

Yaren Su ŞİMŞEK

Paylaş

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir